İnançsızlığın, umutsuzluğun, kararsızlığın ve korkaklığın insanlığın geleceğinde yeri yok.
Ülkemiz 2015 Kasım seçimlerine bir deli ile giriyor.
Ülkenin bir bölümü ona neredeyse tapıyor. Cinayetlere, savaş suçlarına, katliamlara ortak olmuş, bunlar için emir vermiş, silah vermiş, onay vermiş. Yine de arkasındaki destek kolay eksilmiyor.
Ülkenin bir başka bölümü ise ülkede her şeyin onun tarafından yapıldığını düşünüyor. Onun kuyuya attığı taşları çıkartmakla uğraşırken, bir yandan da onun çok güçlü olduğuna, ondan kurtulmak için ne gerekiyorsa yapmamız gerektiğine inanıyor.
Sorun, bir tane deliyle baş edemememiz değildir.
Sorun, bu ülkede bir düzen değişikliğine, bunun mümkün ve üstelik zorunlu olduğuna inancın kalmamış olmasındadır.
Akla, aydınlığa, eşitliğe inancını yitirenler bu ülkeyi yobazlığa teslim etmiştir.
Komünist Parti olarak, yaşadığımız sorunların faturasını başka siyasetçilere çıkararak sorunlardan sıyrılamayız.
Ama “halkın yanında” görünen siyasetlerin yaşadıklarımızdaki payını da ısrarla vurgulayacağız.
Sorun halk muhalefetini kendisine mahkûm gören CHP’dir. Uzun süredir tek yaptığı milyonları düzen değişikliği fikrinden uzak tutmak olan bu yapıcı muhalefet kurumunun suçlarını unutamayız. Bu parti, emekçi halkımızın ona gösterdiği teveccüh ne olursa olsun, bir sermaye partisidir. Sermayenin ve emperyalist merkezlerin canını sıkmamak, onları korkutmamak için seçtiği “yapıcı, yumuşak” muhalefet yolu hem AKP’yi hem de başındaki diktatörü azdırmıştır. Çarşaf açılımı, müftü adaylar, tarikat ilişkileri derken, “artık daha fazla bozamaz” dediğimiz CHP, MHP’li cumhurbaşkanı adayları ile kendisine umut bağlayanların karşısına çıkabilmiştir. Özelleştirmeleri, taşeronlaştırmaları, sermayeye verilen ödünleri seyreden CHP, bizzat kendi belediyelerinde izlediği işçi düşmanı politikalarla yine “daha fazla bozmayı” başarmıştır. Bu partinin iyi bir derse ihtiyacı vardır. Bu ülkede halk muhalefetinin sermaye partilerinin, düzen partilerinin elinden kurtarılmaya ihtiyacı vardır. Bu yüzden aslında bir açıdan sorun güçlü bir Komünist Parti’nin önemini halkımıza anlatamamış olmamızdır.
Sorun Kürt sorununun çözümünü düzen güçleriyle müzakerede arayan HDP’dir. Halkçı bir işçi sınıfı hareketinin ülkeye ağırlığını koyamamış olmasını kendi konumlarına gerekçe yapan Kürt siyasetçileri, “sosyalistler, komünistler ortada yok, biz de çözümü AKP ile, TÜSİAD ile arıyoruz” diyebiliyor.
Oysa düzen karşıtı siyasal hareketlerin kendisi dışında var olmasına bile tahammül edemeyen HDP, kendi muhataplarını böylece kendisi belirlemektedir. AKP ile bir yandan savaşıp bir yandan müzakere edilirken, müzakere masasına da NATO ve ABD davet edilmektedir.
Komünist Parti, bir de bu yüzden güçlendirilmelidir. Sorunu çözecek olan, komünistlerin, Kürt sorununu vur kurtul diyen faşistlerle, ver kurtul diyen liberallerin insafına bırakmayacak bir güce ulaşmalarıdır. “Her iki tarafta da analar ağlamasın” cümlesini bir temenni ya da savaşan tarafların birbirine karşı propagandası olmaktan çıkaracak olan budur.
DERT BİZDE, DERMAN ELLERİMİZDE
Sorun, Erdoğan’ın peşinden gidenlerin kör inancında değildir. Sorun, yobazlığın, gericiliğin, barbarlığın hakkından gelecek güçte olan milyonların kör inançsızlığındadır.
Kendi gücümüze inanmak zorundayız. Bu gücün ülkeyi değiştirebileceğini bilelim.
Ortadoğu’nun göbeğinde, bu savaşlar coğrafyasında, savaşı bir delinin kışkırttığını, kendisini kurtarmak için içeride ve dışarıda savaş çıkardığını düşünmek yanlıştır.
Emperyalizmi, uluslararası gericiliği ve halkların bunlara teslim oluşunu görmek, içine girdiğimiz kanlı savaş tünelinin kaynağında bunların olduğunu bilmek gerekir.
Bölgemizde, devrimci, halkçı, komünist partiler güçlenirse, Kürt, Türk, Arap, Yunan, Kafkas ve Balkan halklarına bu partiler yol gösterebilirse bu kanlı kargaşa son bulabilir.
Her türden milliyetçi partiler, etnik hareketler, emperyalizm yandaşları, para babalarının partileri yalnızlaştırılmalıdır.
İş kazalarını, aşırı sömürüyü, yoksulluğu görmemek mümkün mü? Ya kadın cinayetlerini, derin adaletsizliği?
Bunları değişmesi gereken, yıkılması gereken sömürü düzeni yaratmıştır. “Şu küçük dağları ben yarattım” diyen deliyi de...
Bu düzen devam ettikçe bir deli gider, bir deli gelir.
Oysa düzen değişikliğinin korkusu bile çürümüş yapıları, akılsız diktatörleri hizaya getirecektir.
Türkiye’nin Komünist Partisi diyor ki;
Aydınlarımız, gençlerimiz, öncü işçilerimiz bu düzenin çürümüş yapılarında, artık bir tarihsel yalana dönmüş parlamentosunda gelecek aramasınlar.
Düzeni değiştirecek, eşitlik ve özgürlüğün ülkesini kuracak olan bu ülkenin Komünist Partisidir. Onun büyümesi, güçlenmesidir.
Bunun dışındaki tüm öneriler, sadece düzeni sağlamlaştırır.
Sözümüz, özümüz, işimiz
2004’te “Boşvermeyin” dedik. Gerici iktidar bir yandan Avrupa Birliği’ne giriş hikâyeleri çevresinde tüm ülkeyi toplamış, bir yandan da dinci gerici politikalarını hayata geçiriyordu. “Bir şey olmaz, nasılsa ordu var” diyenlerle, “onlar çok değişti, gizli ajandaları yok” diyenler hep birlikte ülkeyi aynı yola sürüklüyordu: Boşvermişlik egemen kılınmıştı. Avrupa Birliği’nin tatlı yalanları ile uyutulan halk AB’den “helal” damgalı bir saltanat rejimine doğru gidiyordu.
2007’de “Sürüden ayrılma zamanı” dedik. Türkiye’nin bir yarısı Gülen – Erdoğan ikilisinin peşine takılmış “demokratikleşiyoruz, sivilleşiyoruz” diyerek uçuruma doğru sürükleniyordu. Ülkenin diğer yarısı ise AKP’yi her sıkıştığında kurtarmayı görev bilmiş düzen muhalefetinin kavalıyla oyalanıyordu. Sorun da çözüm de pek değişmedi: Sürüden ayrılmak gerekiyor.
2011’de “Boyun eğme” dedik. Halkı sürüleştirerek kendi egemenliğini daim kılanların karşısında başımızı dik tutarsak kazanabiliriz dedik. “500 bin boyun eğmeyen arıyoruz” sloganıyla söylediğimiz çok basitti aslında: Bu ülkenin Komünist Partisi güçlenirse, bu halk gericiliğe, Amerikancılığa, paranın saltanatına boyun eğmez.
Komünistlerin 2002 yılından beri parti olarak katıldıkları tüm seçimlerde bir tane kuralları oldu: Seçim döneminde ne diyorsak, seçimlerden önce de, seçimlerden sonra da mücadelemizi onun üzerine kurduk.
Türkiye’nin komünistleri 2002 yılında seçimlere paranın saltanatına meydan okuyarak girdi. Biz varız dedik! Paranın saltanatı varsa bunun karşısında halkın tek dayanağı Komünist Parti’dir. O gün de bugün de söylediğimiz bu.
Saltanat düşkünü yobazlarla, Osmanlıcılarla mücadele ederken bu sözümüzü hiç unutmadık.
Sülo ağa gider, Tayyip sultan gelir. Sultanlar değişse de saltanat hep aynıdır: Paranın saltanatı.
Sultanlarla kavgamız var. Ağa, paşa, sultana yer yok bizim iktidarımızda.
Ama asıl kavgamız paranın saltanatı ile. Patronlara, sömürücü zengin takımına, açlığın ve yoksulluğun, karanlığın ve yobazlığın asıl nedeni olan para babalarına verilecek dersimiz var.
Bunu, solculuğun ilk kuralını unutmuş olanlar, TÜSİAD’ı Kürt sorununa ılımlı yaklaşan bir hayır kurumu, Soros’u parasını dünyaya demokrasi getirmek için kullanan sevimli bir ihtiyar sanan her türden solcular…
Biz komünistiz. Ve paranın saltanatını yıkacağız.
10 Eylül 1920’de kurulan Türkiye Komünist Partisi’nin 95. yılında, seçimlere giriyoruz.
Ve diyoruz ki, “Biz seçimimizi yaptık.”
Siz de yapın, meclise sokulacak yalandan vekilleri değil Komünist Parti örgütlerinin tüm ülkeye yayılan örgütlenmesini seçin.
İnanın; insanlığa, gelecek güzel günlere, iyiliğe: Sosyalizme!
İndir