94 yıl önce Türkiye'nin işgaline karşı mücadeleyi birinci görev belleyen on beş kişi öldürüldü. Trabzon'dan bir tekneye binmeye zorlandılar. Açılan tekneye arkadan yetişen katiller bu insanları öldürerek denize attı. Sadece bir kadını öldürmeyip sağ bıraktılar: kaçırdılar ve başka çetelere sattılar..
Mustafa Suphi ve arkadaşları 10 Eylül 1920'de Azerbaycan'ın Bakü şehrinde buluşmuşlar ve Türkiye Komünist Partisi'ni kurmuşlardı. Aldıkları en önemli karar işgal altındaki ülkeye dönüp kurtuluş kavgasının parçası olmaktı.
Parti başkanı Mustafa Suphi gazeteciyken kovuşturmaya uğramış, hapse atılmış, kaçıp yurtdışına, Rusya'ya gitmişti. Rusya'da 1917 Ekim Devrimine katıldı, bolşevik oldu. Çarlık ordularınca esir alınıp, devrimle özgürlüklerine yeniden kavuşan Osmanlı savaş esirlerinden bir kızıl alay kurdu. Bu birliğin Kurtuluş Savaşının müfrezelerinden biri olmasını amaçlıyorlardı. Parti genel sekreteri Ethem Nejat tanınmış bir eğitimciydi. Solcuydu, İstanbul'da işçileri örgütlemeye yıllarını verdi. Diğerleri arasında Binbaşı İsmail Hakkı gibi Osmanlı ordusundan yurtsever askerler vardı. Yoksul ve yaralı ülkeden hekimler, öğretmenler, mühendisler vardı.
İşçileri, köylüleri Kurtuluş Savaşına aktif olarak katmaya karar vermişlerdi. Sadece aktif olarak savaşa katılmak da değil. Emekçileri, kendi kaderlerini ellerine alacakları bir düzen kurmak için örgütlemeyi amaçlıyorlardı. Bakü'den kalkıp Ankara yoluna düştüler...
Ankara'ya varamadılar.
Mustafa Suphi ve arkadaşları öldü diye Kurtuluş Savaşı durmadı. Bağımsızlık da kazanıldı birkaç yıl içinde. Ama yeni ülkenin başına birileri çöreklendi. Kimisi Meclis binasından zengin oldu. Diğerleri sanki kaçan Ermenilerin, Rumların mallarına göz koyduğu için Kurtuluş Savaşına destek olmuştu! Kürt ağalarıyla, şeyhleriyle pazarlık yapılırken yoksul Kürtlerin öldürülmesi vakayı adiyedendi.
Türkiye, komünistler olmadan vicdanını koruyamıyordu sözün kısası... Zamanla laikliğin altı oyuldu. İmam hatip açma yarışına girdi hükümetler. Kurtuluş Savaşının ve Cumhuriyetin reddettiği şeriat düzeni, boş bırakılan kapıdan içeri girdi, iktidara yürüdü. Zamanla bağımsızlığın da altı oyuldu. NATO’ya yaranmak için Kore’ye ordu yollandı.
Küçük Amerika olmakla övünenlerle başlamıştık, geldik Ortadoğu’ya Batının çıkarları için cihatçı yollamaya. Türkiye her gün birden fazla işçinin “iş kazası” diye, birden fazla kadının “töre” diye öldürüldüğü bir cehenneme döndüyse, bunun bir tarihi var. O tarihin başlangıç noktalarından biri 28 Ocak’ı 29 Ocak’a bağlayan gecedir. Komünistlerin öldürülmesidir.
Cinayetlerin, katliamların çok olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Çoğunlukla ne insanların neden öldürüldükleri tam olarak açığa çıkartılıyor, ne de doğru nedenler toplumun hafızasında yer edinebiliyor... Cinayet vahşettir. Katiller vahşi. Ama cinayetin nedeni bu değildir. Türkiye bugünkü haline kan dökmeden getirilemezdi.
Komünistlerin başına gelmedik kalmadıysa Türkiye bugünkü hale dönüştürülebilsin diyeydi... Komünistlerin ışık tuttuğu, solun güçlü olduğu bir ülkede neler olmaz?
- Yobaz ve sapıklar “altı yaşındaki kız çocuğunu evlendirin” demeye cesaret edemezler.
- Hırsızlar için “çalmış ama...” diye mazeret üretilemez.
- Soyguncular yargılanmasın diye kampanya yürütülemez.
- Çalışmaktan geri kalmasın, kârlar düşmesin diye yemeğini yerin binlerce metre altında yemeye kimse zorlanamaz.
- Önlem almaya para harcanmadığı için kaza diye ölenler hakkında fıtrat diyen saraya değil hapse gider.
- Savaş kışkırtıcılığı devlet politikası değil suç sayılır.
- Yöneticiler kadın-erkek eşit değildir diyerek töre cinayetleri kışkırtamaz.
- Çocuklar aç kalmaz, yemek artığı dilenen çocuklar dövülmez.
Mustafa Suphiler hırsızları, katilleri, yobazları kovalamaya çağırdıkları için öldürüldüler. Komünistlerin ışık tuttuğu, solun güçlü olduğu bir ülkede soyguna, cinayete, karanlığa geçit verilmez.
Suphileri anmak için hırsızı, katili, yobazı kovalamaya çağırıyoruz...
Komünist Parti
Genel Merkezi
İndir